Bazı zamanlar yalnızlığımın eski fotoğraflarıyla konuştum. Hiç çıkarsız dinlediler beni. “Uzaklara git,” dediler, “Uzaklar gelmez sana.”
Gittim.
Ruhumdaki uçurum beni çağırdığında gitmekten başka çarem yoktu. Ya gidip savaşacak ya da çırılçıplak teslim olacaktım. Teslim olmaktansa savaşmayı göze alarak yazmayı seçtim. Yazmak kendini ipe asmaktı.
Astım.
Boynumdaki iplerin acısı gözükmesin diye fularlar bağladım ve imlası ben olan yazılar yazdım.
Ben’leri bulabildiniz mi?
Yüreğimi yazdığım kelimelerle parçalattım. Sahaflardaki yıpranmış, çizilmiş, yırtılmış, eski kitaplar gibiydi içim, ama kimseler göremedi, anlayamadı, bilemedi. Oysa beni ancak öyle olanlar anlayabilirdi.
Korkularım, ruhumu parçalarken suya yazı yazma tutkusuyla Ölüler Ülkesindeki, Lethe ırmağına koştum. Çırılçıplak soyunup yüreğimden başlayıp kendimi yıkadım.
Nehrin karşı kıyısına ulaşmak için yüreğimin üstüne basa basa yürüdüm. Belki ölümden şiir yaratan bir Kleist karşılar beni nehrin öbür yakasında diye.
Umut işte...
Kim bilir..